Gebelikte hipertansiyon (yüksek tansiyon) hem anne hem de bebek için tehlikeli bir durumdur. Tüm gebeliklerin %5-10’ unda gözlenir. Anne ölümlerinin en önemli sebeplerinden biridir. Yüksek tansiyon diyebilmek için kan basıncının 140/90 mmHg veya üzerinde olması gerekmektedir. Gebelikte hipertansiyon 4 ana başlıkta incelenir;
Gebelik öncesinde veya 20. gebelik haftasından önce mevcut olan ve postpartum 6 haftadan daha uzun süreli devam eden hipertansiyon durumuna Kronik Hipertansiyon denir. Bu hastalar zaten kan basıncını düzenlemek amacıyla ilaç tedavi almaktadırlar. Bu hasta grubu gebeliği düşündüğünde dahiliye doktoru ile görüşerek gebelik öncesi kontrollerini yaptırmalı ve ilacını gebelikte sorun yaratmayacak bir ilaca çevirtmelidirler.
Gebelik boyunca da kan basınçlarının yakın takip edilmesi gerekir. Bu hasta grubunda gebelik kan basıncını olumsuz yönde etkileyip durumu multisistem bir hastalık haline getirebilir. O zaman olaya böbreklerden protein kaybı, su tutulumu vb. bulgularda eklenir. Bu durum PIH veya kronik hipertansiyon üzerine binmiş preeklampsi olarak adlandırılır.
Preeklampsi gebeliğin 20. haftasından sonra ortaya çıkan yüksek tansiyon, idrarda protein atılımı (proteinüri) ile beraber görülen durumdur. Bu duruma bazen su tutulumu (ödem) de eklenebilir. Eskiden ödem preeklampsi demek için gerekli bir parametreydi ancak son yıllarda bu görüşten uzaklaşılmıştır. Preeklampsi 4 aşamada izlenir
Hafif ve orta şiddetteki preeklampsi sorun çıkarmadan izlenebilir. Teşhis konulduğunda hemen kan basıncı kontrol altına alınmaya çalışılır. Hafif ve orta dereceli preeklampside gebe sabah kalktığında ödemden yakınır. Bu ödem sıklıkla yüz ve göz kapaklarında şişme şeklindedir. Gün içinde ellerde ve ayaklarda da ödem izlenebilir.
Şiddetli preeklampsi %1 civarında görülür. Yukarıdaki tabloya baş ağrısı, görme bozukluğu, göz önünde siyah noktaların uçuşması, karın ve yan ağrısının eklenmesi olayın şiddetlendiğinin belirtileridir. Bu dönemde tansiyon kontrol altında olabilir veya yükselme de izlenebilir. Tedavi edilmezse kalp, karaciğer ve böbrek hasarı sonucu organ yetmezliği ve akciğer ödemi gelişebilir.
En ağır formunda olaya yaygın damar içi pıhtılaşma bozukluğu (DIC) eklenir. Çok ciddi ve hayatı tehdit eden bir durumdur. Anne adayının durdurulamayan çok fazla kanamaları olur. Çok fazla miktarda taze kana ve yoğun bakım ünitesine ihtiyaç vardır. DIC gelişmeden bir önceki adım HELLP Sendromu adı verilen durumdur. Bu durum sistemin ciddi şekilde bozulduğunun ve multiorgan yetersizliklerinin başladığının habercisidir. Hellp ismini aşağıdaki 3 temel bulgunun baş harflerinden almıştır;
Hemolysis (kırmızı kan hücrelerinin yıkılması)
Elevated Liver Enyzmes (Karaciğer enzimlerinde yükselme)
Low Platelets (Kanın pıhtılaşmasını sağlayan trombositlerin azalması)
Hellp vakalarında yüksek tansiyon şart değildir. Bebek ölümü genellikle erken doğuma veya plasental ayrılmaya bağlı olarak oluşur. Anne ölümlerinin en sık nedeni ise DIC ve karaciğer kapsül yırtılmalarıdır.
Hellp sendromunun sebebi tam olarak anlaşılabilmiş değildir. Son yapılan çalışmalarda plasentadaki bir gelişim bozukluğunun bu tabloya neden olabileceği üzerinde durulmaktadır. Yine plasentadaki çok ince kan damarlarında meydana gelen pıhtılaşmalar ve tıkanıklıklar altta yatan neden olabilir.
Eklampsinin görülme sıklığı %0,1’ dir. Preeklampsili bir kadında tabloya sara nöbeti gibi kasılmalar (konvülziyon) eklenirse bu preeklampsinin en ağır formu olan eklampsi adını alır. Eklampside annenin bilinci kapanabilir ve yoğun bakım ihtiyacı olabilir. Eklampsi anne ve bebek ölümlerinin en sık sebebidir. Bunu plasentada ve annenin böbrek, karaciğer ve beyninde ciddi ve kalıcı hasara sebep olarak oluşturur.
Preeklampsinin nedeni tam olarak bilinmemektedir. Bu sebeple gelişip gelişmeyeceğini önceden saptamak ve önlemek mümkün değildir.
Vücuttaki damarların endotel denilen iç duvarında hasar meydana geldiği düşünülmektedir. Bu durum tüm organlarda farklı şekillerde fonksiyon bozukluğu oluşturarak multi organ yetmezlikleri oluşturmakta denilmektedir. Dolaşım sisteminde yüksek tansiyona sebep olmakta, kanın hücre yapısını bozup pıhtılaşma sorunları oluşturmaktadır.
Böbrekte süzücü sistemdeki hasara bağlı olarak idrardan protein atılımı olmakta, bu da sonuç olarak su tutulumunu yani ödemi beraberinde getirmektedir. Ödem tek başına bir kriter değildir. Normal gebelerin %30 kadarında saptanabilirken %40 kadar preeklampsili kadında ödem görülmemektedir.
Önlemek mümkün değildir. Düşük doz aspirin, kalsiyum, A ve C vitamini, balık yağı, çinko kullanımının preeklampsi oluşumunu önlemek açısından hiçbir değerinin olmadığı gösterilmiştir. Tuz kısıtlamanın da etkinliği yoktur.
Her kontrolde hastanın kan basıncı, kilosu ölçülmeli idrar tahlili yapılmalıdır. Şüpheli durumlarda hasta evde her gün kan basıncı takibi yaparak bunu doktoru ile paylaşmalıdır. Gerekli durumlarda biyokimya değerleri takip edilmeli karaciğer enzimleri değerlendirilmelidir. Tan kan sayımı yapılarak pıhtılaşma hücrelerinin sayısı kontrol edilmelidir.
Bebeğin gelişimi ultrasonografi yardımı ile takip edilir. Amniyon mayi ölçümleri yapılır ve bebeğin iyilik hali değerlendirilir. Durumun ciddiyetine göre hastanede takip gerekebilir.
Preeklampsinin tedavisi yatak istirahati ve DOĞUMDUR.
Asıl amaç konvülziyon oluşumunu engellemek, tansiyonları kontrol altına almak ve doğumu başlatmaktır. Konvülziyonların engellenmesinde kullanılan en önemli ilaç Magnezyum sülfattır. Tansiyonları düzenlemek için de antihipertansif ilaçlardan yararlanılır. Bu hastalarda tansiyonun çok düşürülmesi istenmez çünkü plasental kan akımı bozulabilir ve bebeğin beslenmesi engellenebilir.
Doğum şekline bebeğin haftasına ve annenin durumunun ciddiyetine göre karar verilir. Kontrol altındaki vakalarda gebelik 32 haftanın üzerinde ise normal yoldan vajinal doğum denenebilir. Küçük bebeklerde ve ciddi durumlarda sezaryen uygulanır